Gsm: 0536 270 67 71
hakkımızda

BEYİN KİMYASALLARI

Beynimiz bir sinir hücresinden diğerine kimyasal ve elektriksel iletiler göndererek çalışır ve kendi içinde bir iletişim ağı kurar. Beyin kimyası, hareket etmemizi, düşünmemizi, konuşmamızı ve daha sayamayacağımız kadar günlük rutin aktivitelerimizi gerçekleştirme işlevlerini işte bu sinirler arası kimyasal iletim sayesinde gerçekleştirebilir. Öyle ki, beynimiz günün her milisaniyesinde milyarlarca ileti gerçekleştirerek öğrenme, ezberleme, planlama, muhakeme gibi işlemleri gerçekleştirebilecek kapasitede evrimleşmiştir ve evrimleşmeye devam etmektedir.

Sinapslar (sinir hücreleri) arası iletimdeki bozukluklar, anlık ve kısa süreli de (akut) olsa, uzun süreli (kronik) de olsa yıkıcı sonuçlar doğurabilmektedir. Alzheimer, otizm, epilepsi gibi nörolojik hastalıklar ve şizofreni, depresyon, anksiyete gibi psikiyatrik beyin kökenli birçok hastalık beynimizdeki sinirlerin çeşitli nedenlerle hasar görmesi sonucunda oluşmaktadır.

21. yüzyıl moleküler hücre biyolojisi alanındaki heyecan verici gelişmelerden biri, bilim insanlarının kimyasal iletimde rol oynayan farklı iletim maddelerini (nörotransmitterleri) ve bu maddelerin hangi işlevlerde rol aldığını gözlemlemiş olmalarıdır. Günümüzde serotonin, noradrenalin (norepinefrin), dopamin, endorfin, oksitosin, vazopressin, asetilkolin, GABA, histamin gibi sinirlerimizde görev alan birçok kimyasalın işlevi bilinmektedir. Tabii ki bu kimyasalların çalıştıkları tepkimeler ve yolaklarıyla ilgili halen aralanması gereken sır perdeleri bulunmaktadır.

Her ne kadar beyinlerimizin kusursuz şekilde çalışmasını arzulasak da, maalesef bu sinir hormonlarının, diğer tüm doğal olaylar gibi, kusursuz şekilde çalışması mümkün olmamaktadır. Her kimyasal canlıların vücudunda farklı işler yapacak şekilde evrimleşmiştir ve bu süreçler çoğu zaman DNA gibi düzenleyici moleküllerin varlığı sayesinde düzgün şekilde işler. Fakat bu moleküller zeki ya da bilinçli yapıda olmadıkları için, ara sıra hatalar ve beklenmedik sorunlar olur. Elbette her aksama ölümcül ve bariz bir sorunun doğması anlamına gelmez; ancak bu hataların zaman içerisinde birikmesi ve kimi zaman meydana gelen yıkıcı hasarlar, insanın davranışlarına, yapısına ve hatta dış görünüşüne yansıyabilir.

Beynimiz, genel davranışlarımız incelendiğinde, hazza yönelen ve acıdan uzak durmaya çalışan bir yapıdadır. Genel olarak mutluluk halimiz en temelde bu iki unsurun sağlanmasından geçer. Haz mutluluk verir, acı ise mutluluğu azaltır. Bu ödül/ceza mekanizması büyük oranda beynimizin hipotalamus bölgesi tarafından kontrol edilir. Sinirlerimizde ve hormonlarımızda meydana gelen sorunlar, mutluluğumuzun azalmasına, dolayısıyla psikolojik dengemizin bozulmasına neden olur. Beynimiz, bunu kontrol etmek için çeşitli hormonlar salgılar; ancak olumsuz çevresel koşulları ve vücudumuzun içerisindeki sorunların devam etmesi durumunda beynimiz aşırı çalışarak bu sorunun önüne geçmeye çalışır. Böylece kısır bir döngü oluşur: çevre ve kusurlar beyni olumsuz yöne doğru çekerken, beynimiz kendi iç dengesini korumak için çabalar.

Beynimizi büyük oranda kontrol edemeyiz; çünkü "Ben beynimi kontrol etmek istiyorum." diye düşündüğünüzde veya bunu sözlere döktüğünüzde, bunu yapan şey zaten beyninizin kendisidir! Siz, beyninizsiniz. Benlik olarak hissettiğiniz şey de beyninizin kendisinin iç süreçlerinin bir ürünüdür. Bu hissin tam olarak nasıl üretildiğini bilmesek de, bu hissi kapatan, yani bilincimizi kapatıp diğer faaliyetleri sürdüren çeşitli nöral devreler tespit edilmiştir. Dolayısıyla bu hissin tamamen sinirsel bir olgu olduğunu biliyoruz. Fakat bu konulara değil de, hormonlara odaklanalım:

Evrimsel açıdan hormonların etkisini çok temel düzeyde inceleyecek olursak, bize iyi hissettiren bir unsurun, yani beynimizdeki ödül mekanizmasını tetikleyen davranışlarımızın, ilkel atalarımızın hayatta kalma şansını arttıran bir unsur olduğunu görebiliriz. Mutlu olmamızı sağlayan kimyasallar, nöronlar ve dolayısıyla beyin, hem toplumsal iletişim, hem de bireylerin genel sağlığı için avantajlıdır. Dolayısıyla bu kimyasalların salgılanmasını tetikleyecek/arttıracak davranışlara eğilimimizi sağlayacak tüm genler üzerinde pozitif bir seçilim baskısı bulunmaktadır.

Kaynak:evrimagaci.org